Kaç Tip Engelli Vardır? — Felsefi Bir Bakış
Giriş: İnsan, Sınırlılığını Fark Eden Varlık
Engel kelimesi, yalnızca fiziksel bir bariyeri değil, aynı zamanda insanın kendi varoluşuna dair en derin farkındalığını da ifade eder. Filozofun gözünden bakıldığında, engel bir yoksunluk değil, bilincin sınırlarını gösteren bir aynadır. İnsanı “tamamlanmamış bir varlık” olarak gören ontolojik bakış, engelliliği eksiklik değil, varoluşun farklı bir biçimi olarak yorumlar. Zira her insan, kendi bedensel, zihinsel ya da toplumsal sınırları içinde bir tür “engellilik” yaşar.
Etik Perspektif: Engellilik ve Değerin Yeniden Tanımı
Etik açıdan “kaç tip engelli vardır?” sorusu, sadece kategorik bir ayrımı değil, aynı zamanda değer yargılarımızı da sorgular. Tıp, engelliliği fiziksel, zihinsel, duyusal veya psikososyal olarak sınıflandırır. Fakat etik bakımdan bu sınıflandırmalar, toplumun “normal” kabul ettiği bir ölçüye dayanır.
Burada asıl soru şudur: Normal olan kimdir?
Bir bireyin eksik olarak nitelendirilmesi, çoğu zaman toplumsal normların dayattığı bir çerçevedir. Eğer etik, insanın özündeki değeri korumakla ilgiliyse, o zaman her birey —engel türü ne olursa olsun— eşit ontolojik saygıyı hak eder.
Engelliliğin etik boyutu, başkalarına bakışımızda gizlidir. Görme engelli birinin dünyası, görme yetisine sahip birinin ahlaki sorumluluğuna ışık tutar. Çünkü etik, güçlü olanın zayıfı koruması değil; farklılıklar arasında anlamlı bir ortak yaşam kurma sanatıdır.
Epistemolojik Perspektif: Bilginin Sınırında Engel
Epistemoloji yani bilginin doğası üzerine düşündüğümüzde, engellilik kavramı insanın bilme biçimini de dönüştürür. Görme engelli bir insanın dokunarak öğrendiği dünya ile işitme engelli birinin sessiz dünyası arasında epistemolojik bir fark vardır.
Bu fark, bir eksiklik değil, bir çeşitlilik göstergesidir.
Zira bilmek, yalnızca görmekle değil; hissetmek, duymak, sezmekle de mümkündür.
Burada şu felsefi soru belirir: Bilgi hangi duyudan daha gerçektir?
Belki de engel, insanı “duyuların ötesinde bir bilmeye” davet eder. Böylece engellilik, bilgiye giden yolda bir sınır değil, yeni bir kapı olur.
Ontolojik Perspektif: Engel mi, Farklılık mı?
Ontoloji açısından “engel” varlığın özünü belirleyen bir nitelik değildir. İnsan, bedeninden, duyularından ya da toplumsal rollerinden ibaret değildir. Engellilik bir kimlik değil, varoluşun bir biçimidir.
Bir filozof için her insan, bir anlamda “engelli”dir; çünkü hiç kimse varlığın tümünü kavrayamaz. İnsan, sınırlı bir bilinçle evrensel anlamı arayan bir varlıktır.
O halde engel, bizi insan kılan şeydir: sınırlarımızın bilincinde olmamız.
Bu noktada engellilik, bir ontolojik çağrıdır.
Eksik olduğumuz yerde tamamlanmayı değil, anlamayı ararız.
Bu nedenle “kaç tip engelli vardır?” sorusu, aslında “kaç biçimde insan vardır?” sorusuyla özdeştir.
Toplumsal Boyut: Görünmeyen Engeller
Toplumun dayattığı görünmez engeller, bazen fiziksel bariyerlerden daha yıkıcıdır. Dil, önyargı, ekonomik eşitsizlik ve eğitim sistemleri, birçok bireyi görünmez şekilde engeller.
Bu durumda “engellilik”, bireysel bir durumdan çok, sosyal bir inşa haline gelir.
Bir kaldırım rampasının eksikliği, tekerlekli sandalye kullanıcısını değil, toplumu sınırlar.
Buradan şu etik soru doğar: Engelleri kim yaratıyor: beden mi, toplum mu?
Belki de “kaç tip engelli vardır” yerine sormamız gereken soru, kaç tip engelleyici toplum vardır? olmalıdır.
Sonuç: İnsan, Kendi Engellerinin Farkında Olan Varlık
Engellilik, yalnızca bedensel ya da zihinsel bir durum değildir; insanın varoluş biçimlerinden biridir. Etik olarak her birey eşit değerdedir; epistemolojik olarak her bilgi biçimi anlamlıdır; ontolojik olarak her varlık, kendi sınırında hakikati arar.
Bu nedenle “kaç tip engelli vardır?” sorusu, aslında “insan olmanın kaç yolu vardır?” sorusuna dönüşür.
Belki de cevap şudur: İnsan sayısı kadar engellilik, engellilik sayısı kadar insanlık vardır.
Düşünsel Sorular:
– Normal dediğimiz şey, kimin ölçüsüdür?
– Engellilik, bilginin değil, empatinin sınırında mı başlar?
– Toplumun inşa ettiği engelleri kim kaldıracak: yasa mı, vicdan mı?
Bu sorularla birlikte engellilik kavramını yalnızca bir sınıflandırma değil, insanın kendini tanıma yolculuğu olarak görmeliyiz.